27 Şubat 2014 Perşembe

Saint Petersburg Deplasmanı

2013-2014 Sezonu Avrupa deplasman maceram basketbol EuroCup fikstürü çekilmesi ile başlıyordu. Futbol takımımızın Avrupa kupalarında mücadele edememesinden dolayı zaten son yıllarda basketbola ilgim daha da artmıştı. Rusya'nın Saint Petersburg takımı olan Spartak Saint Petersburg ile eşleşmemizi duyunca tereddüt etmeden hemen uçak biletini alıyordum. İlerleyen günlerde fikstüre detaylı bakarak tarih olarak ta uygun olan, grupta gidilebilecek deplasmanlardan Atina ekibi Panionios'u da gözüme kestirecektim.

Vizesiz Rusya candır misali, nasıl olsa tribünden arkadaşlarda bana katılır diye düşünmüş olsam da malesef kimseler maça gelmeyecekti. Bu deplasmanda yalnız olacağım kesinleşince hayliyle daha detaylı ve sıkı bir ön hazırlık yapmam gerekti. Şehirde kaybolmamak, deplasmanda başımıza iş almamak adına şehir ve rakip üzerine yapabileceğim her türlü hazırlığı yaparak yola çıktım. Rusya'nın Moskova'dan sonraki en büyük 2. şehri olan St. Petersburg'u açıkcası daha çok sevdim. 20 Kasımda oynanacak olan maç için, 2 gün önceden gitmiştim. Hava soğuk olmasına rağmen yağış olmaması benim adıma bir şanstı fakat sonbahar mevsiminden dolayı beyaz gecelerin aksine gün hem geç aydınlanıyor hemde hemen kararıyordu. Gün ışığı anca sabah saat 11:00 ile akşamüstü 16:00 arası görebiliyordum. Genelde de bulutlu olduğu için sürekli kasvetli ve karanlıktı. Benim için 5 gece 6 gün süren bu deplasman boyunca adalar ve kanallar üzerine kurulmuş olan bu sevimli şehirde keyifli ve rahat yolculuklar yaparak görmediğim bir yer kalmadı diyebilirim. Yerler buz da olsa sıkı giyinince ve tempolu yürüğünce belli bir süre üşümüyorsunuz fakat sonrasında kapalı alana girmezseniz durum kötü Hele ki üstü açık olan tekne turunda battaniyeler dağıtmasalar direk morga kaldırırlardı. Kaç kat battaniye yaptığımı valla sayamadım.



Kaldırımlar hem düzgün hemde tertemiz, korna çalan yok. Herkes birbirine saygılı, sessiz ve en önemlisi düzenli bir şehir. Etrafta ne dilenci var ne de başı bozuk dolaşan insanlar. Gene de temkinliyim, Moskova kadar olmasa da buralarda da ırkçılar olduğunu biliyorum. Maçın, Spartak takımının yeni salonunda oynanacak olması biraz sinirimi bozuyordu çünkü İstanbul'dayken salonun yerini google maps'ten bile zor bulmuştum. Şehrin dışında olan bu salona gitmek için açıkcası taksilere de pek güvenemiyordum. Zaten Rusya'da resmi taksi bulmakta çok zordur. Salon büyük bir stadyum inşaatının hemen yanında yapılmıştı. Stadyum inşaatı devam ediyor bir bakıma şantiye alanına gideceğiz. Şehirden uzak bir adada ve en kötüsü de en yakın metro durağı ile salon arasında büyük ve ıssız bir ormanlık tarzda parkın olduğunu görünce hayliyle tedirgin olmuştum. Maçın başlama saati yerel saat olarak 20:00 olması da handikaptı çünkü St.Petersburg'ta soğuktan ve havanın saat 16:00 civarı kararmasından dolayı şehir merkezinde bile saat 20:00 civarında ana caddelerin tenhalaştığını söylemekte fayda var. Aksine mesela bizim İstiklal caddesi 24 saat her şartta kalabalık olur. Merkeze hayliyle benim otele çok uzak olan bu salona tek başıma giderek kendimi riske atmak istemedim ve maç günü takımın oteline doğru yola çıktım.
Bizimkilerin kaldığı oteli zorda olsa buluyordum. Zorlanmamın nedeni sokakta kime sorsam ya İngilizce bilmemeleri ya da oteli ilk defa duymaları yüzünden bayağı zaman kaybettim. Otele girdiğimde beni görünce şaşıran teknik heyet, beni takımın otobüsüne davet ettiler. Zaten etmeseler de zorla otobüse binerdim amacım yalnız başıma salona gitmemekti.. Maç saati yaklaşınca hep beraber salona doğru yola çıktık. Salona girer girmez pankartları nereye asarım diye düşünürken beni gören polislerin şefi, numaralı eski açık diye tarif edebileceğim köşeye doğru işaret yaparak pankartları asabilirsin dedi. Yanımda 10'a yakın polis ile salonun o köşesine gittim. Petersburg'ta üniversite okuyan 6-7 Ksk'lı arkadaşın katılmasıyla deplasman tribününe yerleştik. Maçın başlamasına doğru 3-5 Beşiktaş'lının katılımıyla güzel tribün yapmaya başladık. Tabii bunda en büyük pay rakip takımın bağıran taraftarının sayısı da bizim kadar olması ve hatta salonun 4'te 1'i kadarı seyirci ile doluydu.
İstanbul'da kaybettiğimiz maçı deplasmanda kazanmamız ve Rusların sıcak ilgisi ile keyfimiz yerine geliyordu. Maç sonrası tribünde tanıştığım orada yaşayan mühendis arkadaşların şehir merkezine beni bırakması sayesinde otele rahat dönüyordum. Saint Petersburg izlenimlerim ise soğuk ve erken kararma dışında gayet güzel, hele ki beyaz gecelerde gidilip görülmesi tavsiye olunur.

21 Şubat 2014 Cuma

Aşkın Sıradanlığı



Bu sezonun ilk gittiğim oyunu olan "Aşkın Sıradanlığı" gerçek hayattan alınmış bir öykü olup anlatımı biraz ağırdı. Henüz 18 yaşında bir Alman Yahudi’si olan Hannah Arendt ile Martin Heidegger 1924 yılında Magdeburg Üniversitesi felsefe bölümünde tanışıyorlar. Hannah öğrenci, Martin ise onun 17 yaş büyük hocası olmasına rağmen aralarında tutkulu bir aşk ilişkisi olarak başlayan ve yıllar geçtikçe pek çok dönüşüme uğrayan bu serüven her ikisinin aslında varlık sorunlarının bir ömür süren aşk ile biçimlenmesinin yanıtını aramaktaydı.


İlişkileri üç devreye ayrılabilir.

  • 1925 ile 1930arası, ikisinin aşk yaşadıkları ve felsefeyi yaşamlarının odak noktası aldıkları dönem.
  • 1930'ların başı ile (Heidegger 1933'te Nazi Partisi'ne üye olmuştu) 1950'ler arası. Nasyonal Sosyalizmin yükselişi ve II. Dünya Savaşı dolayısıyla hayatlarının alt üst olup tamamen değiştiği dönem.
  • 1950 ile 1975 arası Arendt'in girişimiyle eski ilişkilerini canlandırdıkları birlikteliklerini farklı boyuta taşıdıkları –daha doğrusu yeni bir ilişki geliştirdikleri– ve Arendt'in ölümüne dek süren dönem

Heidegger ve Arendt ilişkisi çok tartışılmış; bu konuda araştırmalar yapılmış romanlar bile yazılmıştır. İlişkileri başladığında Arendt Heidegger'in öğrencisiydi ve aralarında 17 yaş fark vardı. Heidegger evliydi ve iki çocuğu vardı. Buna rağmen bu iki felsefeci farklı dünyaların farklı zamanların insanları bile olsalar aralarında süren aşka engel olamadılar. Ta ki bu eşsiz duyguya engelleyemedikleri ve tutkularıyla beslenen egoların ön yargıların ve hırsların karışmasına kadar. Hannah için gençlik yıllarında dünya belirsizlikler ve muammalarla dolu bir yerdi. Bu muammalardan biri de, kafasını hep karıştıran Yahudi kökeniydi. Ailesinin Yahudiliğe bakışı aşırı laik ve dönemin Alman kültürünün izdüşümüne paraleldi.

Oyuncu kadrosu; Nisa Yıldırım, Saydam Teniay, Deniz Elmas ve Efe Tuncer.