31 Aralık 2012 Pazartesi

İlle De Siyah-Beyaz


Tüm kartal yüreklilere iyi seneler. Ne demiştik; "Senin için güneşi, dünyayı, ayı esir alırım ben!"

21 Aralık 2012 Cuma

West Ham United İzlenimleri...

Millwall'u izledik, West Ham'ı izlemezsek olmaz dedik ve bu hafta da Upton Park'ın yolunu tuttuk.


Günlerden 31 Mart 2012, maç ligde 2.lik ve Premier lige direkt çıkma açısından hayati önem taşıyordu. Sonuç olarak da deplasmanda Reading 4-2 kazandı ve büyük ihtimalle Premier lige direk çıkacaklar.

Maç öncesi stad çevresini dolaştığımızda daha önce giden arkadaşların dediği gibi İngiltere değil de başka bir ülkede gibiydik. Yine maç günü olduğu için etrafta İngilizler vardı ama gördüğümüz tüm beyazların sadece West Ham maçı için geldiğini görüyorduk. Stadyumun hemen ilerisindeki Bobby Moore ve diğer West Ham'lı oyuncuların 1966'daki Dünya Kupasını kaldırırken ki görüntüsünün heykeli güzel bir çalışma olmuş.

Maç öncesinde ayak üstü konuştuğumuz birkaç yaş büyük West Ham taraftarının hepsi de farklı yerlerden maça gelmişler. Bu durumu sorunca artık Londra'dan gelen insan sayısı stadın bir çeyreği bile etmiyordur dediler. Kent, Essex ve Londra'ya yakın diğer yerlerden geliyor tüm taraftarlar.

Zaten stad içinde de tek yabancı göremedik. Yani ilginç bir durum aslında. Elbette oraya gitmeden de bunları biliyorduk ama insan kendi gözleriyle görünce daha çok şaşırıyor. Londra'nın göbeğinde, West Ham'ın doğduğu yerde, West Ham taraftarlarının eskiden en çok olduğu yerde şimdi bırakın West Ham taraftarını hiçbir İngiliz bile göremiyorsunuz. 

Başta Bangladeş olmak üzere Asya'nın birçok ülkesinden gelen göçmenler artık o bölgedeki nüfusu oluşturuyor.

Neyse tekrar maça gelirsek "I'm forever blowing bubbles" eşliğinde takımlar sahaya çıkarken çok güzel bir atmosfer vardı. Tüm stad ayakta şarkıyı hep bir ağızdan söylüyoruz. Sonra şarkı bitiyor hakem düdüğünü çalıyor ve bir anda tüm stadyum  yerine oturuyor, 1 dakika önceki atmosferden eser kalmıyor.

Maç boyunca sadece bir kale arkasının alt katı ayakta durdu birde karşı kale arkasındaki Reading taraftarı ayakta durdu.


Fakat ayakta duranlar da çok fazla bağırmadı açıkçası. Deplasman tribünün konumu ve sesi çok iyi geliyor ama Reading çok da iyi değerlendiremedi. Maçta 10 kere hep bir ağızdan bağırdılar belki de bunda da tüm stadı inlettiler diyebiliriz ama her seferinde sonradan hemen sustular. 

West Ham taraftarı da ara ara canlanıp bağırdılar ama pek etkili oldukları söylenemez. 

Sahadaki futbol geçen Millwall maçından çok farklıydı. O maçta futbol pek yoktu zaten. Yeteneksiz bir sürü oyuncunun mücadelesi ve karambol pozisyonları vardı. Bu maçta ise tribünlerden alamadığımız zevki sahadaki oyundan alabildik en azından. 

İlk yarım saatte West Ham'ın oyunu çok üst düzeydi. Çok iyi paslaşıp bir çok pozisyona girdiler ama sadece birini değerlendirebildiler. O kaçan pozisyonları sonradan çok aradılar tabi. 


30. dakikadan maçın sonuna kadar ise Reading herşeyi yapan taraftı. Maçı da hak ettikleri gibi aldılar.Millwall maçı ve bu maçı izledikten sonra şunu gördüm ve anladım ki İngiliz taraftarlar bağırdıkları zaman desibel rekoru kırabilirler. Seslerini iyi kullanıyorlar ama ne yazık ki ayakta izleyenler bile 90 dakikanın sadece 10 dakikasında falan bağırıyor. Haliyle atmosferleri pek iyi olmuyor.

İngiltere'de tribün açısından zevkli geçebilecek tek maçlar birbirlerinden nefret eden takımların maçları. En azından rakiple atışmak için bağırıyorlar. Mesela o ayakta durmasına rağmen bağırmayan yaklaşık 2-3 bin West Ham taraftarı bir Chelsea yada Millwall maçı olsa farklı davranırdı diyerek maçı bitiriyorduk.

İngiltere'de bu maça da giderek tribün nabzını tutan ve bizimle paylaştığı bu güzel yazısı için "Totti" nickli arkadaşımıza teşekkür ederiz.

19 Aralık 2012 Çarşamba

Millwall – Leeds United Maçında Bir Türk


Tarih 24 Mart 2012, arkadaşlarla Millwall – Leeds United maçına gidelim dedik. Aslında İngiltere tribünlerinin düştüğü durumu ve iki takımın son haftalarda aldığı kötü sonuçları düşününce çok kötü bir atmosfer olur diye düşünmüştüm.

Neyse ki beklentileri düşük tutunca daha iyi oluyor. Sonuçta ne sahada ne de tribünde olağanüstü bir şey yoktu ama beklediğimden daha iyi bir tribün vardı. Stadyumun çevresi sanayi bölgesi. Yine de bu sanayi bölgesinin arasında ve her iki tarafında yeni yapıldığı belli olan birçok ev ve apartman var.

Tren istasyonu stadın 7-8 dakika uzaklığında kalıyor. İner inmez 1-2 market var ardından stada ulaşıyorsunuz. Stadyumun yakınlarında hiç pub yok. Zaten o bölgede maç günleri dışında pek de müşterisi olamaz. Stadın içinde içki satışı var. Sadece tribüne sokamıyorsunuz. Millet kontrol noktalarını ellerde bira şişeleriyle geçiyordu. Sadece merdivenleri çıkıp o tribüne giriş yaptığınız anda bırakmak zorundasınız. Bileti aldığım yer, deplasman tribününe en yakın kısım. İyi ki de ordan almışım çünkü stat %95 dolu olmasına rağmen ev sahibi taraftarlarından sadece benim bulunduğum ve yandaki bloklarda 500 kişi maç boyu ayakta izledi.

İlk başta beklentileri düşük tutmaktan bahsettiğimde bunu da içeriyordu aslında. 500 kişi az olsa da, ben en fazla 20-30 kişi ayağa kalkmaya çalışır diye düşünmüştüm. Malum ayakta durmak bile stadyumdan atılmayla sonuçlanabiliyor. Stadın diğer tribünlerinde ara ara ayakta duran 4-5 kişilik gruplara hemen oturun uyarı geliyordu. Fakat 500 kişininin ayakta durduğu ve sürekli Leeds’li taraftarla atışmakta olan bu iki bloka gelip oturun diyecek halleri olmadığından herhangi bir sorun olmadı. 
Bu arada 90 dakika içeirisinde sanırım tek küfürsüz beste “No one likes us” bestesiydi. Onun dışında İstanbul sloganı maç öncesi, içinde ve sonrasında aşağı yukarı 30 kez söylenmiştir heralde. Tabi bu tezahurata bizde katkıda bulunduk maç boyunca. Arada sırada Galatasaray tezahuratı da yükseldi ona da sessiz kaldık haliyle :)
Bu tezahuratlar dışında maç boyunca Leeds’li taraftarlarla atıştılar. Tezahuratların %90’ı Leeds taraftarına sataşma ve küfür içeriyordu.Erman’lar, Şansal’lar, Hıncal’ları götürmek lazım o stadlara. Sürekli çıkıp küfürsüz İngiliz stadları demekle olmuyor. Bayanlar, çocuklar herkes benim bulunduğum noktada maç boyunca küfür ediyordu.

Bu son 2 sezondür özellikle dikkat edilen ve caydırıcı cezalar verilen Türk bayraklarına belli ki Millwall’ın en fanatiklerini bile sindirmiş diye düşünürken yine aralardan bir tane Türk bayrağı ortaya çıktı. Fakat işin komik tarafı kimse elinde 2 saniyeden fazla tutmaya cesaret edemiyordu. En son birisi alıp 15-20 saniye Leeds taraftarına doğru gösterdi sonra ortadan kayboldu zaten. Bayrağı arka taraflarda yerde görmüştüm en son. Hani ısrarla Türkiye’yi yada GS’yi çok seviyorlar diye düşünen bazı kişiler için bu bilgiyi vermiş olalım.

Tabi maç boyunca o kadar “İstanbul” tezahuratıyla vermek istedikleri mesajı zaten iletmişlerdir. Birde “Allways look out for Turks carrying knives” (Her zaman bıçak taşıyan Türklere dikkat edin) ve “You left your mates behind” (Arkadaşlarınızı geride bıraktınız-sattınız) tezahuratlarını da sık sık söylediler.


Leeds taraftarı da kendilerine ayrılan 2 bin kişilk yeri doldurdu. Yine de daha iyi bir performans beklerdim açıkçası. Sonuçta deplasman tribünleri her zaman daha iyidir İngiltere’de. Çünkü kimse oturmuyor, deplasmana giden kişiler belli vs. Yine de sesleri duyuldu, bazen güzel de bağırdılar ama deplasmanın avantajını tam anlamıyla kullanamadılar.


Maça gelirsek oyanan futbol aşırı kalitesiz bir futboldu. Yetenek açısından bir yorum bile yapamıyorum yani. İyi futbolcu yok gibiydi. Tam bir mücadele ve karmaşa içinde geçti maç. Maçın geneli ortada geçti. Leeds golü bulduktan 1 dakika sonra Millwall penaltıdan yararlanamadı. Zaten gol ve penaltının dışında çok fazla önemli pozisyonlar yoktu.
(Millwall:0-Leeds United:1)

Maçta tanışıp konuştuğumuz birkaç taraftarla maç sonrasında takıldıkları pub’a gittik. Stadyumdan yürüyünce 20 dk uzaklıktaydı. Hepsi takımın özellikle iç sahadaki durumundan şikayetçiydi. “Yıllardır maçlara gidiyorum bu kadar kötü iç saha performansı görmedim” diyen birçok taraftar vardı. Tabi bu konular kısa sürdü Türk olduğumu öğrenenler hemen Beşiktaş-Leeds-İstanbul-GS konularına getirdi muhabbeti. Bizde üzerimize düşeni yapıp Türk tribünleri hakkında doğru bilgileri vermiş olduk :)

Sonuç olarak futbolu kötü, mücadelesi fena sayılmayan, tribünleri de iyi olan bir maçtı. Fakat rakip Leeds yada West Ham gibi takımlar olmadığı zaman aşırı derecede kötü bir atmosfer olacağını düşünüyorum çünkü maç boyunca bağıran kesimin gözü hep Leeds taraftarındaydı. Sürekli onlara sataştılar, onlara küfrettiler. Sıradan bir rakip ve deplasman seyircisinin az olduğu bir takım geldiğinde çok sessiz bir maç olur diye tahmin ediyorum.

Bu arada Türk bayrağını stada sokan taraftara 10 yıl yasak verildi. 

http://www.thesun.co.uk/sol/homepage/sport/football/4218912/Millwall-fan-banned-for-10-years.html

İngiltere'de maça giderek tribün nabzını tutan ve bizimle paylaştığı bu güzel yazısı için "Totti" nickli arkadaşımıza teşekkür ederiz.

18 Aralık 2012 Salı

Vahşet Tanrısı


"İnsan aşkı ve evliliği hayalleriyle, yeteneğiyle yaratır ve karakteriyle mahveder. Karakter kaderdir !" diyenin ne kadar da doğru tespit yaptığını söyleyerek oyun hakkında kişisel görüşlerimi aktarmaya başlıyorum.

Bu güzel eğlenceli oyun, çocukları okulda kavga eden iki ailenin, “medeni bir uzlaşmaya varmak” amacıyla buluşması ve gayet kibarca sohbet etmeye başlamasıyla başlıyor. Sohbet ilerleyip koyulaştıkça ve birbirlerini tanıdıkça işler tahmin edildiği gibi gitmiyor. Medeni davranmaya çalışan insanların bir anda nasıl saldırgan bir tutum sergilediklerini çileden çıkabileceklerini anlatan “Vahşet Tanrısı”, basit bir aile komedisi gibi başlasa da; toplumsal düzenin akışındaki her durumu sorgulayıp, sistemi acımasız bir dille eleştirirken ince esprilerle tadına doyulmaz bir tiyatro oyununa dönüşüyor. Tiyatro candır bilhassa kışın tadı bambaşka olur. ;)
Oyuncu kadrosu ise Ülkü Duru, Zafer Algöz, Zerrin Tekindor ve İşdar Gökseven

6 Aralık 2012 Perşembe

Cass (2008)



Kış geldi, havalar soğuk ve yağışlı, evde oturup film seyretmek isteyenlere ve bilhassa bizim gibi tribüncülere tavsiye edilecek çok güzel bir yapıt.

70'li yıllarda yaşadığı mahallede ve okulunda tek siyah çocuk olmasıyla sürekli aşağılanmış türlü hakaretlere maruz kalmış bu yüzden yalnız, depresif çocukluk yılları geçirmiş olan Cass Pennant aslen Jamaika asıllı olup henüz bebek iken Londra'lı beyaz bir İngiliz aile tarafından evlatlık olarak yetiştirilmiştir.

Filmin konusunun gerçek bir hayat hikayesi olmasının yanında değindiği temalar etkileyicidir. Tribünlerden birebir sahneler olmasada bir holiganın hayatını anlatması,nasıl holiganlığa adım attığını, hatta tribün tayfasında tek zenci olmasına rağmen liderliğe kadar giden sürecin nasıl geliştiğini göstermesi yer almakdadır.

West ham United takımının ülkedeki bir numaralı azılı grubu ICF 'nin efsane tribün liderliğini ve başkanlığını yapmıştır. Bu film hakkında yazılacak çok şey de olsa yazmak yerine izlenmesini tavsiye ederim, tribüncülerin kaçırmaması gerekir. İyi seyirler..
(10 üzerinden 9 yıldız)

4 Aralık 2012 Salı

İyi insan olmadan, İyi BEŞİKTAŞ'lı olunmaz !

Resmi sitemiz olan "academybjk.com" maçtan maça fotoğraf ve video güncellemesi ve multimedya arşivi yüzünden pabucu dama atılmış blog ve facebook sayfalarımızla ilgilenir olmuştuk. Dün facebook'tan "3 Aralık Dünya Engelliler" gününü kutlayıp güne uygun paylaşım yapmış fakat blogta esgeçince kendimi  kötü hissettim. Her ne kadar son aylarda blog sayfamızı özel maç yazıları ile daha çok güncellemeyi tercih etsem de bu fotoğrafı da paylaşamadan edemiceğim. Bugün sağlıklıyız ya yarın?
Bu yüzden empati yapalım ve çevremizdeki engellilere destek olalım. Sağlığımızın kıymetini bilelim, pişman olacak işlerden kaçınalım...