23 Ekim 2013 Çarşamba

Kicking and Screaming (2005)



Kicking and Screaming (2005) :

Phil Weston çocukluğundan beri aşırı disiplinli, hırslı ve rekabetçi ruhlu babası Buck'un baskısı ile büyümüş biridir. Babasından takdir görememenin eksikliği onu derinden yaralamıştır. Minikler ligi şampiyonluğunun en büyük adayı olan takımı babası Buck'ın çalıştırdığı takımdır. Babasının gözüne girebilmek ve yılların acısını çıkarmak için 10 yaşındaki oğlunun da yer aldığı minikler futbol takımının koçluğunu yapmaya karar verir. Phil ile Buck, şampiyonluğa ulaşmak için mücadele ederken Phil'de babasına benzeyecek ve hırsı yüzünden etrafına korku salacaktır.

Eğlenceli komedi şeklinde izlenecek birazda çocuk filmi tadında futbol üzerine bir film.
(10 üzerinden 6 yıldız)

22 Ekim 2013 Salı

Bir Başkaydı Bizim Çocukluğumuz -3-



Bizim çocukluğumuzda en büyük eğlencemiz sokaklarda oynamaktı.
Sokakta oynamak diye bir kavram vardı hani!

Okuldan dönünce üstümüzü değiştirir değiştirmez sokağa iner oyun oynamaya başlardık. Annelerimiz bu durumu bildiklerinden kardeşlerimizle bizlere ekmek arası bir şeyler hazırlar gönderirdi.
Mahallemizdeki teyzeler annemiz gibiydi.

Susayınca girer evlerine su içerdik.
Ya da pencereden bize bir sürahi ile bir bardak uzatırlar, hepimiz aynı bardaktan kana kana içerdik.
Evine gidip gelen elinde mutlaka yiyecek bir şeyler ile dönerdi.
Anneleri o arada çocuğuna verdiği şeyden bizlere de gönderirdi. Bu bazen bir kurabiye, bazen bir meyve olurdu.

Cebimizde harçlığımız olduğunda düşmesin diye çıkarır çantamızın üstüne koyar oyun bitince geri
alırdık. Çok garip ama kimse almazdı. Sokaklarımız evimiz kadar güvenli idi.
Düşünce kaldırırlar, kavga edince barıştırırlardı bizleri...
Polisler gelmezdi kavgalarımıza, zabıtlar tutulmazdı.
Sonra kavgalarımız da öyle ustura, falçata ile olmaz, onlar nedir bilmezdik bile, asla kanla falan da bitmezdi, en fazla saçlarımızdan çeker, hayvan adları sayar, tekme atar, yine oyuna dalardık.

Birbirimizin suyundan içer, elmasına diş atardık.
Misket oynamaktan parmaklarımız kanar yine de mikrop kapmazdık.
Azar işitip, acillere taşınmazdık. Düşerdik ekmek çiğner basarlardı alnımıza, oyuna devam ederdik. Röntgenlere, ultrasonlara girmezdik.

Ben bizim çocukluğumuzu çok özledim.
Sokaklarımız ruhsuzlaştı sanki.. Evlerimiz var, içinde yaşayan yok. Parklarımız var, içinde oynayan çocuk yok. Mahalle maçları yapılırdı, herkesin üstünde ozamanın kendine has formaları ile.. Şimdi ise her yıl sökülüp yenilenen kaldırımlar, lüks binalar, ışıl ışıl vitrinler, girip çıkan yapay insanlar...
Ruh yok, buz gibi buz, bu biz değiliz.. Malesef artık eskisi gibi değiliz hiç birimiz..

20 Ekim 2013 Pazar

Paok-Aris Basketbol / Paok-Panathinaikos Futbol



Beşiktaş'ın deplasmanları sanki az geliyormuş gibi bu sefer de yolumuz suyun öbür tarafına düşüyor, Atatürk'ün şehri Selanik'te kurulmuş olan siyah beyaz renklere sahip Paok'a misafir oluyorduk. Esasında İzmir'in küçük kopyası Selanik şehrini, Atatürk evini gezip görmek zaten isteyen ben ve arkadaşlarım, Paok bahanesiyle hafta sonu Selanik'e gidiyorduk. Selanik güzel bir deniz şehri, en çok geniş büyük balkonlu ve tenteli evleri hoşuma gitti, şehrin her yerine malesef sprey boya ile yazılar yazılmış bu da estetiksel anlamda şehrin içine etmiş, metro çalışması yüzünden de şehrin arka bölgeleri de harabe gibiydi.



Selanik'te oteli bulup yerleştikten sonra Beşiktaş'ı seven Paok'lu dostları haberdar ettik.Onlarda otele gelip, bizi ilk iş olarak doğruca Toumba Stadyumu'na götürdüler. Cumartesi basketbolda Paok evinde Aris takımını, pazar günü de futbolda Panathinaikos takımını ağırlayacağı için hem maç biletlerini alıyorduk hemde maç öncesi stadyumu gezip Paok store'a göz atıyorduk. Ürün bazında bizimkilere paralel ürünler var. Bazı ürünler daha güzel bazıları ise daha kötü kalitedeydi. Belgrad'a gittiğimde Partizan'ın store'unu gezerken Paok atkısı gözüme çarpmıştı keza bu seferde Partizan atkılarını görüyordum. Sadece taraftarlar bazında değil, kulüpler arasında da bir yakınlık olduğu bu şekilde daha net anlaşılıyor. Ben her zamanki gibi deplasman kültürü olan stickarlarımı uygun yerlere yapıştırmayı ihmal etmiyorum.




Alışveriş ve ufak bir Selanik turu sonrasında otele gidip biraz dinlenme ve akşam ki basketbol derbisi için soluklanıp giyindikten sonra bu sefer de Sport Arena'nın yolunu tutuyorduk. Salon şehir merkezine biraz uzakta kapasite olarakta 8.500 kişilik orta ölçekteki bu salona girince deplasman havasını adeta içinizde hissediyorsunuz. Salonun mimari yapısı ile Paok'luların tezahüratları canlı gözle görülmesi gerekir, etkileyiciydi. Pota arkasında gündüz beraber olduğumuz 40-50 sene önce dedeleri Türkiye'den Selanik'e giden Yunan'lı arkadaşlar ile buluşuyorduk. Sahada takımlar ısınırken malesef hiç hesapta olmayan bir hadise yaşadık. 20-30 kişilik bir grup üzerimize saldırıyor ve keyfimizi kaçırıyordu. Bu olaydan sonra öğrendiğimize göre Yunanistan'da ekonomik kriz sonrası artan faşist hareketlerin bir yansımasıymış. Deplasman yasağı olmasına rağmen tribünler dolu ve gayet güzeldi, skoru merak edenlere yazalım maçı Paok 84-72 kazanıyordu.
( Deportivo tribünlerinde olduğu gibi  "Türk" aşağılanmasına karşı Türk'üz zamanında sizi yedik bitirdik deselerde gerçek anlamda Türkleri pek sevmiyorlar bu açık ve net)

Salondaki bir Paok taraftarı ilk saldırı anını kaçırsada, olayların devamını videoya çekip youtube'a eklemiş : http://www.youtube.com/watch?v=nppfFqE4HNs





Pazar günü sabahtan bu seferde çoğu Beşiktaş'lının tanıdığı Paok'lu abimizin evinde kahvaltıya misafir oluyorduk, olayı öğrenince çok şaşırıyor ve kızıyordu. İlerleyen saatlerde arkadaşları da bize katılıyor ev adeta taraftar derneğine dönüyordu. Öğleden sonra hep beraber stadyumun yolunu tuttuk, stadyuma yakın bir cafe de diğer Paok'lu arkadaşlarla buluşuyorduk. Basketbol maçında olan olaylardan haberdar olanlar üzüntülerini dile getiriyor, özür diliyorlardı. Kavala bölgesinden Türk asıllı Yunan vatandaşı arkadaşlarda cafeye geliyor hep beraber stadyuma doğru yola çıkıyorduk.


Stadyumda Gate 4 grubunun bulunduğu kale arkasında maraton tribününe yakın en üst bölüme bizi çıkardılar. Maçı bu bölgeden izledik Paok 2-0 ile bu maçı da kazanıyordu. 2 günde 2 galibiyet ile İstanbul'a dönerken bir gerçeğe tanıklık etmiş oluyordum. Zaten maça Kavala'dan gelen Türk asıllı arkadaşlarda aynı şeyleri söylüyorlardı. Paok'un tribüncü esas tayfası kendine Sırbıstan'ın Partizan takımını yakın görüyor ve doğru söylemek gerekirse Beşiktaş'ı Türkleri pek sevmiyorlar. Maçta da birçok kez sadece Partizan için bağırdılar, pankartlarını açtılar. Asırlardan beri süren din kardeşliği, Türk düşmanlığı yatsınamayacak en büyük etken. Bunun yanında sayıları azımsanmayacak antifaşist görüşlü Paok'lular ise Beşiktaş'a sempati ile bakıyorlar. Bakmaları da lazım çünkü zaten hemen hemen her maçta İnönü stadyumunda devamlı Paok pankartları açılırken bu duruma sempati ile bakmayana duygusuz gaddar denir.. Örneğin Türkiye'de yabancı forma ile herhangi bir tribününe giren turiste de hiçbir tribün tayfası kolay kolay saldırmaz aksine hoşuna gider herkesin!

Değişik bir haftasonu yaşamıştık, Atatürk'ün evi malesef restorasyon yüzünden kapalıydı. Hava şartları ise İstanbul'a paralellik gösteriyor klasik mart ayının ortalarını yaşıyordu hem soğuk ve hemde kaldığımız günlerin genelinde yağmurluydu bunların dışında halk olarak insanlar Türk olduğumuzu öğrenince hemen İstanbul diyerek sempatilerini dile getiriyorlardı. Havalar güzelken bir kez daha gitmek lazım bu şirin şehre...

19 Ekim 2013 Cumartesi

The UK Diary - 7

Canım sıkılıyor gazeteye bakıyorum,  Fulham, Chelsea gibi premier lig maçlarına bilet bulmak imkansız, turist bileti diye bir dalga var, o da minimum 99 pound yani cok para. Ben de dedim alt ligler kovalıyım. Queens Park Rangers (QPR) - Doncaster Rovers maçı var ligin başları, maç cumartesi, İtalyan bir arkadaş vardı, Napoli'li, "gel" dedim beraber gidelim, maçtan önce de takılırız biralaşırız, adam "eyw" dedi, kalktık gittik hafta içi biletlerimizi aldık, uygun sayılır 25 pound. Kale arkası köşe gayet güzel, bu arada güzel kızlar var bilet ofisinde ekrandan bakıyorsun oturmak istediğin yeri seçiyorsun, sinema koltuğu seçer gibi. 


Maç günü geldi cumartesi saat 14:00'te, sabah 10 gibi gittik dayandık stadın yanına, in cin top oynuyor, neyse dolandık stat etrafında, bir pub bulduk hemen kale arkası tribüne bakan tarafta. Daldık pub'a dediler "beyler hop biletler" hayda pub'a biletsiz adam almıyorlar, düşünüyorum "heralde deplasmana gelen falan girmesin, arıza çıkarmasın" diye, hava da güzel, kocaman da bahçesi var çıktık dışarda, içtik...1-2-3 derken etraf iyice kalabalıklaştı, sonra bir abi geldi bahisleri toplamaya basladı, elinde kocaman bir kağıda 1'den 90'a kadar rakamlar yazılı, gol kaçıncı dakika da olur hesabı, ben dedim "3. dakika", yazdı karşısına ismimi, 1 pound veriyorsun maç sonunda eğer bildiysen pub'tan alıyorsun ikramiyeyi. Herkes de forma var, mavi beyaz enine çizgili formalar genelde milletin üstünde. Takım da şu Arap şeyhlerinden birinin himayesinde bu yıl ümitliyiz diyor millet, kesin çıkarız Premier'e....

Doncaster taraftarı güzel deplasman yapmış, hızlı trenle gitmiştim oraya Londra'dan 1½ saat çekiyor, bilet de minimum 50 pound. Yani adamlar da vasat bir takım, orta sıralardalar, ama deplasmana gelmişler 300-400 kişi var, bir de davul adamlarda paso bağırıyorlar. "rovers rovers" diye.  Bizim tribün de fena sayılmaz, arada tempo yükseliyor, ama yine beklediğim gibi değil, oturarak izliyorsun maçı, çok sıkıcı, ama stat çakılı boş yer yok, bir tek karşı kale arkası tribünde Doncaster'lıların yanında bir güvenlik boşlugu var. 

QPR aldı maçı 2-0 güzel maç olmuştu gayet tempolu zevkli bir futbol vardı sahada, hava da çok güzeldi. Maç bitti publara devam, maçtan sonra galibiyeti kutlamaya, hem de saat 4-5 de başlayan maçlar var tv'den canlı sekli o maçları da izledik, yine bir sürü bira içtik, bir ton para harcadık, maça gitmek iyi güzel, maçtan önce piizlenmek çok hoş da, bu değirmenin suyu da cepten gidiyor, daha iş de bulamadık, zaten bir evde kalıyoruz düşman başına, peşin kirayı da verdik mecbur kalacağız, bu İngiltere bozacak bizi galiba sonunda diye korkuyorum... Ben de bütün can sıkıntımı stat stat gezerek atmaya calışıyordum... Gezmedik stat kalmadı neredeyse İngiltere'de.

15 Ekim 2013 Salı

Maccabi Electra Tel Aviv Deplasmanı


Beşiktaş ile yapılan deplasmanlarıma bu sefer de hep merak etmiş olduğum Tel Aviv şehrini eklemiş olmanın mutluluğunu, malesef almış olduğumuz farklı mağlubiyet gölgeliyordu. Fakat skor dışında her şey tam anlamıyla çok iyi geçiyor ve hatta en güzel deplasmanlarımdan birini yaşıyordum.

 İsrail Çarşı olarak bizi ağırlayan, her türlü yardımı eksik etmeyen ve bize gönüllü rehberlik eden Sivan kardeşime buradan ayrıca teşekkür etmesem olmaz. İsrail Çarşı değince sakın bir sürü üyesi olan  Türkiye'deki Beşiktaş derneklerinden sanmayın, tek başına kurduğu bu oluşumda gene tek başına mücadele veriyor ve hatta İsrail'de herkese Beşiktaş sevgisini aşılıyor..


İstanbul'a henüz bahar bile tam anlamıyla gelmediği bugünlerde Tel Aviv resmen yazı yaşıyorduk. Zaten şehrin sahil şeridi boydan boya kumsal, kumsala paralel yol ve büyük oteller ile adeta Miami havası vardı. Ortadoğu'nun iklimsel sıcaklığına eklenen yabancı turistler sayesinde cıvıl cıvıl plajlar ve sokakları görünce iyiki de gelmişim diyordum. Maç için anlatılacak pek birşey yok zaten gruptan çıkma şansımız kalmadığı gibi güçlü Maccabi'ye kafa tutacak bir kadromuzun da olmaması ile ümitli değildim fakat böylesi bir fark beklemiyordum. 



İsrail ve Maccabi taraftarları gayet sıcakkanlı ve 
misafirperverlerdi. Deplasman tribünü olmadığı için onların arasında oturduk, bayraklarımızı açıp bağırdık hiçbir sorun olmadığı gibi bizimle hatıra fotoğrafı çekenler oldu fakat bizim takım olağanüstü fark ile mağlup olunca maçın başındaki bu havamız ve karizmamız  maçtan yerle bir oluyordu haliyle maç sonrası tırıs tırıs otelimize gidiyorduk.

Gece hayatı derseniz gayet güzel, şehrin her yerinde hareket var, tam anlamıyla yazlık yer, insanlar eğlenceli ve rahat. Ertesi gün ise sabahtan peygamberler şehri Kudüs'e doğru yolculuğa başlıyorduk.

Önceliğimiz Mescid-i Aksa ve cuma namazı, sorunsuz girip ibadetimizi yaptıktan sonra diğer dinlerin kutsal mekanlarına ziyaret sırası geliyordu.

Dinler adına Kudüs görülmesi gereken bir tarihi merkez, esasında uzun uzadıya atlatılması lazım ama siz en iyisi gidin kendi gözlerinizle görün.Benden tavsiye gitmeden önce de Kudüs hakkında belgeseller izlemeniz. Ne kadar detaylı öğrenirseniz, gezerken o kadar da faydalı ve anlamlı olacaktır.  



28.03.2013  Maccabi Electra Tel Aviv: 101 - BEŞİKTAŞ J.K.: 58
Maçın Fotoğrafları: http://academybjk.com/fiks/arsiv1213/f8.html
Maçın Videosu: http://academybjk.com/fiks/arsiv1213/f1208.html

3 Ağustos 2013 Cumartesi

Brose Baskets Bamberg Deplasmanı..



Euroleague maceramızın ilk deplasmanı Almanya'da başladı fakat blogumuza malesef daha yeni yazabiliyorum. Kolay değil deplasmana hazırlanması gitmesi, siteyi güncellemesi blogta yazması herşey bana bakıyor. Bunun dışında iş güç koşturması, sosyal hayat derken 2 ayağım herzaman 1 paubucun içinde. Zaten bu yüzden böyle bunalınca keşke kadrolu profesyonel taraftarlık olsa da rahat etsem demişimdir malum bizim ki gönüllü ve sponsorsuz taraftarlık.. Esasında Bamberg deplasmanında anlatılacak pek birşey yok.

Çarşı Berlin sayesinde bize ayrılan 150 kişilik yeri tıklım tıklım doldurduk, iyi de bağırdık, takım da skor avantajını maç boyunca koruyunca rahat bir deplasman galibiyeti alıyorduk. Alman tribünlerinde sayamadığımız kadar davul vardı. Euroleague yetkilileri davul-sprey korna gibi materyallere yasak koymuyor. Bu yüzden Top 16 maçlarımızda bizde bu konuya eğilip salona getirebildiğimiz kadar materyal getirip rakip takıma baskı yapmamız lazım.


    

10 Mayıs 2013 Cuma

Dünden Bugüne İnönü Stadyumu, "Anılar ve Fotoğraflar"

İstanbul'da yaşasın yaşamasın, Beşiktaş'lı olsun olmasın, maçlara giden hemen hemen her taraftarın, seyircinin İnönü Stadyumu'na illaki yolu düşmüştür. Mimarisiyle ve konumuyla dünyada eşi benzeri olmayan tribünlerinde, takımına destek vermiş veya en azından bir maç seyretmiş herkesin kendine has anıları vardır. Dile kolay 1947 yılında hizmete açılmış ikinci evimize yarın oynanacak olan son resmi futbol maçında, 2013 yılında 66 yaşında gözlerimiz yaşlı veda etmeye hazırlanıyoruz.

İlk maçım olan Zonguldakspor'u 1-0 yendiğimiz 86-87 senesinden itibaren günümüze kadar stadyumun hemen hemen her yerinde maç izlemiş ve hatta hiç unutmam Lucescu zamanında bir Romen takımıyla oynanan özel maçta, maça geç girince, pankarta uygun yer bulacağım derken, yeni açık tribünden sırasıyla önce kapalıya sonra eski açığa oradan da numaralıya gidip sonunda da yeni açığa geçip, 4 tribünü de dolaşarak bir bakıma stadyumu tavaf eden biri olarak sadece ben kendi anılarımı anlatmaya kalksam kolay kolay bitiremem.

Maç sabahı çıkan biletleri alıp maça girebilmek için uzun kuyruklarda saatlerce eziyet çekmek, çift turnike dönmek, maçtan çok çok önce stadyuma girip yemyeşil çimleri görüp insanın içinin kıpır kıpır olması,sulanan çimlerin kokusu ile maç saatini beklemek,Maçtan önce oynanan Paf maçları ile oyalanmak bile ayrı güzeldi. Paf maçına kadar kimileri koridorlarda uyur, kimileri arkadaşlarıyla kağıt oynar, kimileri gazeteleri kırpar konfetti hazırlar, kimileri de beste çalışırdı.Gündüz maçlarının tadı bambaşka olurdu.Kulaklar el radyolarında rakiplerin maçlarında iken gözler sahada güneş tepede hayliyle kafalarda kartondan şapkalar, stadyum içinde satılan kıymalı pide kokuları, stadyumun dört bir yanına uzanan yollar boyunca seyyar bayrakçılar ve köfte arabaları... 

İlk derbi ve ilk şampiyonluk maçları heyecanları, yarı yarıya oynanan derbilerin tatları, 100.Yıl kutlamaları, unutulmaz Avrupa kupaları, milli maçlar, konserler derken yıllardır iyisiyle kötüsüyle kah üzüldük kah sevindik  Sabahlama zamanlarına yaşımdan dolayı yetişemesemde, bir çok kez gittiğim yarı yarıya oynanan derbilerin anılarını artık nasıl fotoğraflarda yaşıyorsak keza yarından sonra da İnönü Stadyumu için aynı şekilde olacak. 

Çoğu kişi için bir taş yığını da olsan, bizler gibi hissedenlerin seni vapurla geçerken, Taksim'den sahile inerken, Dolmabahçe'de yürürken, Maçka'da dolaşırken ilk gördüğünde tüyleri diken diken olmuştur. 
Biz tribüncülerin aklında ve kalbinde ölene dek her zaman yaşayacak, dillerde anılar anlatılmaya devam edecek ve hatta fotoğraflarının yanında bilgisayar oyunlarında da özlem giderilmeye devam edilecek. 
Yenisi gelene kadar elveda eski Beşiktaş İnönü Stadyumu, gözlerimde yaş, kalbimde sızı unutamam seni! :((