23 Ocak 2015 Cuma

The Firm (2009)

The Firm (2009):

İngiliz holiganların en hızlı dönemlerine değinen, şimdiye kadar çekilmiş en güzel filmlerden biri. Daha önce çekilmiş Firm filmine göre, hem çekimleri hemde konuyu daha güzel toparlamışlar.

Sahneler, dialoglar ve tribünler arası geçen kavgalar izlenilmeyi hak ediyor. Hafta arası günlük yaşamın hafta sonunun gelmesiyle üniforma olarak gördükleri casual kıyafetleri üstlerine giydikten sonra bambaşka insanlara dönüşen bu hızlı çocukları izlerken maça bihassa deplasmana gitmek isteyeceksiniz.

En iyi  5 holigan filmi arasına rahatlıkla girecek bir film.

(10 üzerinden 9 yıldız)

19 Ocak 2015 Pazartesi

L'ultimo Ultras (2009)

L'ultimo Ultras (2009) :


Açık olmak gerekirse İtalyan'lardan hiç ummayacağım kadar yapmacık ve kötü bir film olmuş. Tribünler hayali olmasının dışında sahneler de çok sahte duruyor.

Halbuki ellerinde tribün adına görsellik, tribün kültürü adına ise Avrupa'nın en güzel madeni varken 2000'li yıllarda böylesi bir film en azından benim için tam bir hayal kırıklığı oldu.



(10 üzerinden 6 yıldız)

17 Ocak 2015 Cumartesi

The Firm (1988)

The Firm (1988) 


Holigan filmlerinin genelinde olduğu gibi konusu İngiltere'de geçen holigan gruplarının birbirleriyle yaşadıkları kavgaları ve çekişmeleri anlatan güzel ve eski bir film.

Herkesin bildiği üzere 70-80'li yıllar İngiliz holiganlar Avrupa'da 
fırtına gibi esiyorlardı. Kendi aralarında da bir nevi üstünlük yarışına girmişler buldukları her fırsatta kozlarını paylaşıyorlardı.

Nostalji kokan bir holigan filmi izlemek isteyenlere tavsiye edilir.


(10 üzerinden 8 yıldız)

16 Ocak 2015 Cuma

Arrivederci Millwall (1990)


Arrivederci Millwall (1990):


Bir grup Millwall taraftarının 1982 Dünya Kupasında İngiltere milli 
takımını desteklemek için İspanya'ya deplasman yapışını 
konu ediyor.

Tehlikeli bir grup ve arkadaş grubu olan bu holiganların bir 
arkadaşlarını askere uğurlamalarından sonra biraz sefalet biraz
da deplasman ruhu kokan bir yolculuk sonrası İspanya'da
yaşadıkları sokak maceraları görülmeye değer.

Artık nedendir bilemiyorum ama filmin süresi de standart süreye
göre kısa tutulmuş. Sıkılmadan izlenilecek bir film olmuş.

(10 üzerinden 8 yıldız)

The UK Diary - 10

İlk gittiğim günlerdi, havalar güzeldi, gel gelelim iş yoktu, para da azalmaya başlamıştı... Oturduğum yerleri keşfetmekle meşguldüm bu zamanlarda, Chelsea - Stamford Bridge görülmüştü İngiltere topraklarına ayak bastığım ikinci gün.... Pek de etkilememişti beni, ürünlerin satıldığı mağaza da eh işte idare ederdi.

Bir öğleden sonra yine oldukça umutsuzca iş arama maceramın sonuna gelmiş, eve dönüş yolunu tutmuştum. Her gün farklı yollar deneyerek çevrede ne var ne yok görmeye çalışıyordum. Gerçi Fulham daha çok yerleşim yeriydi öyle hareketli bir çarşısı falan yoktu, üç metro istasyonun ortasında kalıyordu. Bu yüzden hareketten uzaktı, Thames nehrinin üzerinden gene Putney köprüsünden aşağıda bizim işte bildigimiz devlet hastanesi Hammersmith Hospital'a kadar uzanan uzun bir yol Fulham Palace Road diye geciyor; birkaç ufak tekel büfe ve market dışında göze evden başka bir şey çarpmıyordu. İşte ben de bu ana cadde üzerinde yürürken yolumu nehre doğru çevirdim ki ara sokaktan geçip paralel başka geniş bir yola gelince önüme kocaman bir park çıktı, artık alıştık her yer park burada. Ancak ileride büyük bir yapı, stat mı o? Yok canım stat olsa bilirdim, gerçi nereden bileceksin burada mı doğdun sadece 3-5 haftadır buradasın, hem yaz başı şimdi lig mig de yok.... 

Neyse ilerledim karşımızda Craven Cottage, Fulham FC'nin sahası; kare şeklinde sevimsiz bir yapı, çok soğuk geldi ilk anda. Tek giriş yönü nehre paralel, bu uzerinde bulunduğum cadde ; yan taraflar sanırım kale arkaları olabilir. Bu iki yan da parklarla sırt sırta, zaten sol tarafımda, stadın bitiminde hemen evler başlıyor. Diğer taraf da nehre paralel, stadın duvarının bittiği yer suya sıfır. İlginc bir şekil, yani bizim buralarda belki de tartan pist olmadığı için göz küçük geliyor bu İngiliz stadyumları. Şöyle etrafında bir tur atınca pek de minik sayılmaz. Sağıma bakıyorum soluma bakıyorum, arkama bakıyorum, ya burası bizim mahalleden farkı yok, eksiği var fazlası yok. Peki bu adamlar nasıl maça gidiyor, nerede toplanıyor? Heralde çevremde gördüğüm beş evden üçünde kombine falan vardır.

Stadyumun önünde bir heykel var, abinin biri işte eller belde, bir ayak topun üstünde, daha sonra hemen her stadyumun önünde bunlardan gördüm İngiltere'de... Mağaza var ama kapalı, akşam 18:00'de kapanıyormuş, sonra Next Game diye bir pano var, 4 ağustos diye hatırlıyorum 4 temmuz da olabilir. Pazartesi ya da salıya denk geliyordu, Fulham - Celtic oynuyormuş, hem de "friendly" diyor. Ne alaka dedim Celtic buraya maça geliyor hazırlık maçına, baktım bilet gişesi falan yok, zaten stadın önünde benden başka da kimse yok.

Ne yapıp edip bu maça gitmem lazımdı, ama nasıl, doğru evin yolunu tuttum, heralde internette yazar diyerekten... Markete de uğramak lazım eve giderken, belki yine indirime girmiş güzel Avustralya sarabı, peynir, makarna falan vardır; bu indirimler ki İngiltere hayatımı cok kolaylaştıran bir olay olarak hatırlanır hep....

15 Ocak 2015 Perşembe

Rise of the Footsoldier (2007)

Rise of the Footsoldier (2007) :


Holiganlık filmlerinin hemen hemen hepsinin İngiltere'de geçmesi ve holiganizm yıllarının tavan yaptığı 70-80'lerden kesitler sunan filmlerden bir tanesi olan bu filmde; tribünün hızlı çocuklarının bar & disco kapılarında bodyguard'lık yapmaya başlamaları ve mafya ile tanışmalarını anlatıyor.

Tam anlamıyla holiganlık filmi diyemeyiz. İlk yarım saatinden sonrası İngiltere yer altı dünyasına dönüyor. Şiddet sahneleri bakımından şimdiye kadar izlediğim en ağır film sanırım bu filmdi. Kokain, seks, gece hayatı ve kavga sahnelerine ağırlık verilmiş. 

Cass filmini izleyenler hatırlayacaklardır, grubun lideri gelen teklifler üzerine arkadaşlarıyla beraber disko güvenlik işlerine geçerek para kazanmaya başlamışlardı. Bu film bu konuyu daha detaylı ele almış.

(10 üzerinden 7 yıldız)

The UK Diary - 9



Westham United doğu Londra'da... Doğu Londra garip bir yer yani nasıl söylesem, böyle hani garip konuşmalarıyla garip aksanlarıyla meşhur, şimdi derler; 
-"he sen gördün mü böyle bir şey?
- "hayır görmedim..."  işte heralde bizim eski İstanbul gibi eski Londra'da da böyle bir şey söz konusu...

Maç hafta içi, Westham - Hull City oynuyor, Hull kuzey doğu İngiltere, oralarda bir yerde, işte sanayi şehri, otobanın kenarında kocaman bir statları var. Londra- Hull arası hızlı tren ile 2 saatten fazla otobüsle minimum 8 saat çeker abiler.

Bilet olayını bu sefer internetten çözüyorum, banka kartıyla alıyorum online... Tak cep telefonuna mesaj geliyor, maç günü git al diyor biletini gişeden, kale arkası üst kat bilmem ne sıra bilmem ne koltuk.
Maç hafta içi çarşamba akşam 8'de. 

Bileti almaya öğlen gidiyorum, hava güzel güneş var ama ayaza çekiyor. Metro ile Londra merkezden baya uzak, metro hattının sonuna gidiyoruz neredeyse.. İndim semte, her yer siyahi arkadaşlarla dolu, yani demek oluyor ki semt çok kalite bir semt değil... Gidiyorum stadyuma doğru, ilk kez Londra'da bir maç günü bu kadar hareket görüyorum stat çevresinde, ilerde stat beliriyor dev gibi bir şey. Bizim Şükrü Saracoğlu'nu andırıyor, baya yüksek heybetli bir görüntüsü var. Bilet gişeleri yol tarafında, yol dediğim de sokak, sokağın adı da 'Green Street'

GREEN STREET sokagımızın adı, dedim gerçekmiş; gerçekten böyle bir sokak varmış ama holiganları falan yokmuş. İnanılmaz ağır bir sağanak bastırıyor, ayağımda bez spor ayakkabı ayaklarım su içinde atayım kendimi bir mekana iki bira atayım maça kadar hem de ısınırım biraz kururum dedim. Stadın etrafını geziyorum önce, kapladığı alan bakımından gördüğüm en büyük stadyumlardan biri ön taraf meşhur sokak, arka taraf yani diğer kale arkası tarafı sakata benziyor.

Karanlık dar bir sokak gitmedim o tarafa bilmem kaçıncı maçım İngiltere'de mevzu namına hiç bir sey yok ortada, karnım aç yemek yemem lazım, dogu Londra'nın meşhur yılan balıklı çöreği, eel pie yanlış hatırlamıyorsam baya leziz stadın orada da var bi yer. Gitmeden önce araştırmamı yapmıştım gittim mekana millet kapıda kuyruk, biz de girdik kuyruğa yaktık bi cigara milletin elinde bira sigara muhabbet yüklü bir kalabalık var etrafta, stadın 50 metre ilerisi 4 yol ağzı, bizim Kalamış'taki Lefter'in heykeli gibi bir heykel var, ünlü topçuları heralde...

Çoğunlukta gördüğüm ve dikkatimi çeken Di Canio formaları... Polis atları diye bir kamyonet geçti
ufak tır desek daha iyi içinde atlar var, baba ingiliz tayları... 

14 Ocak 2015 Çarşamba

The Warriors (1979)

The Warriors (1979):

Belki bir holigan filmi değil ama izlerken adeta holiganlar arası geçen kovalamaca ve kavga görüntüleri gibi mahallelerin çeteleri arasındaki mücadeleye tanıklık ediyorsunuz...  

Hayali bir New York’ta her biri ayrı isme sahip yüzlerce çete, şehirde kendi mıntıkalarında yaşam mücadelesi vermektedirler.  60.000’e varan çete üyelerine karşı şehirde yalnızca 20.000 polis bulunmaktadır. 100 çetenin toplanacağı büyük bir buluşma ayarlanır. Buluşmaya her çeteden 9 kişi silahsız olarak gelecektir. 

Karizmatik bir lider olan Cyrus, çetelerin güçlerini birleştirip şehri ele geçirme planını açıkladığı konuşmasından sonra Rogues adlı çetenin bir üyesi tarafından vurulur. Ortalık karışır ve herkes koşuşturmaya başlar. Polisin de olay yerinde gelmesiyle her şey birbirine girer. Tam bu sırada Cyrus’u vuran kişi, onu öldürenin Warriors çetesinden biri olduğunu söyler. Aniden gelen bu saldırı karşısında suçlu durumuna düşen Warriors çetesinin kaçmaktan başka şansı kalmaz. Warriors, bir tarafta yüzlerce polis, diğer tarafta onlarca çetenin bulunduğu New York sokaklarından sağ kurtulup, geldikleri Coney Island’a geri dönebilmek için harekete geçerler.

 (10 üzerinden 8 yıldız)

The UK Diary - 8

Bir de Chelsea maçı maceramız var, ama o da b.ktandı şimdiden söyliyim. Şampiyonlar Ligi grup maçları hafta içi oynanıyor malumunuz...Semt stada yakın olduğu için sağa sola asmışlar ilanları bilette indirim var diye 25 GBP kale arkası bilet... 

Aha dedik fırsat bu fırsat gidelim maça, aldık bir iki gün önceden biletleri, Chelsea Bordeux ile oynuyor, bizim oralarda otel boldu, bir sürü Fransız gelmiş maça. Paris Londra 3-4 saat mi ne trenle ben gidemedim ama giden arkadaşlar var, atlıyorsun tren denizin altından fırt Paris...

Stamford Bridge'in orada bir burgerci var, burgerci dediğim dönerci işte, Türk ama Kıbrıs'lı. Türk'le Kıbrıs'lı arasında fark varmış bunu da oralarda öğrendik. Neyse bu herifin dükkanının adı da Amerikan Burger mi 

American Express mi ne öyle bir şey, yemin ederim öyle boktan döner Türkiye'de bile yok, çünkü genelde Türkler'in dönerleri güzel oluyor İngiltere'de. patates cipsi yapar bir hafta o yağı değiştirmez yavsağın çocuğu, yağın rengi açılsın diye de içine ilaç atar. 

Chelsea,Fulham,Putney gibi semtlere yolu düşen Türkler illa ki bu adamın ya evinde kalır - ilk geldiğinde- ya da dükkanında çalışır. Ben çalışmadım ama bir kaç arkadaş çalıştı bunun yanında oradan biliyorum. Neyse bu türk burgercinin önü mubarek İnönü stadından hesap edin yeni açıktan eski açığa kadar, maç günü oldu mu çift döner çift usta çalışıyor. Ustalar redbull falan içiyorlar siparis yetistirmek icin.  Maç günü oldu mu esnaf bayram ediyor stadın orada, publar falan ağzına kadar dolu, yeme içme gırla devam...


Biz de yol adlık stada doğru, evde yolluk yaptık tabi, artık parayı dengeli harcamak lazım, yetişmiyor çünkü... Publara gidip ancak bir iki biraya yer var bütçede. Klasik publar dolu ağzıyla g.tüyle içenler birbirine karışmış.
Girdik stadyuma tv yayınından hesap edersek, sol taraftaki kale arkasındayız, eski efsane topçuları Zola'nın da restoranı var bizim o tarafta. Karsı kale arkasında 1000 kadar Bordo'lu, iyi bağırdılar... 4 yediler, hiç bir varlık göstermediler adamlar ama herifler 90 dakika bağırdı, ben de sürekli onları kesiyorum. Maç falan umrumda değil, bana tribün lazım aksiyon lazım, bunun için stat stat geziyoruz ama sıfıra sıfır elde var sıfır.

Maçtan önce bütün koltuklarda mavi beyaz çizgili atkılar, her koltukta bir tane, ben de 3 tane var malum, 2'sini orada çocuklara verdim biri hala durur. Bir işte takım sahaya çıkarken herkes salladı atkıları, bütün stat, güzel bir görüntü olustu sonra herkes astı atkıları boynuna oturdu maçı izledi. Öyle ki pozisyon olup millet ayağa fırlıyor, daha sonra pozisyon geçince arkadan karılar bağırıyorlar, ''sit down, please'' (lütfen oturun) diye, ulan tiyatro mu lütfen oturun ne demek...


Maç bitti çıktık, stadın önündeki yol trafige kapanıyor mac günü. her yer atlı polis. Stat 10 dakikada boşalıyor, trafik de 15 dakika sonra normal haline donuyor. Hersey bu kadar basit yani...


http://www.dailymotion.com/video/x6sukw_chelsea-v-bordeaux_news